Demokrasi yalnızca bir park ismi mi: Tekno oligarşi ve yeni düzen

23 Jan 2025
·
⌛️ mIn read
Vorga Can

Eski düzen öldü. Yenisi ise doğum sancıları çekiyor. 

Dünyayı beş ailenin yönettiği bir komplo teorisinden söz etmiyorum ama şu bir gerçek ki önümüzdeki dört yıl için ABD’yi 20 Ocak’ta göreve başlayan Donald Trump ile bir araya gelen teknoloji oligarkları yönetecek. 

Çiçeği burnunda başkanın ilk seçim döneminde  bağımsız bir tavır sergileyen teknoloji milyarderi Elon Musk, Trump’a “selam duran” ilk isim oldu. Seçim sonuçları açıklandığında Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg adeta şapkasını ters çevirdi ve “ifade özgürlüğü” bayrağıyla Trump’ın arkasında hizalandı. 2016’da Trump’ı “demokrasi tehdidi” olarak gören Amazon’un sahibi Jeff Bezos bile bu oluşuma eklemlendi. 

Dün ne olduysa oldu, bugün ise yepyeni bir sahne kuruldu. ABD siyaseti söz konusu olduğunda 24 saat, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği gelişmelere gebeymiş. 

Eski ABD Başkanı Joe Biden’ın veda konuşması, günümüzün istisnai bir dönem olduğunu açıkça ilan etti. Artık “demokrasi-endüstriyel kompleks” tartışması kaçınılmaz. Biden döneminin mükemmel olduğunu söylemek zor, ancak gidişi, eski sistemin de tabutuna son çiviyi çakmış gibi. Popülist liderler; devletin ve dev teknolojilerin gücünü birleştirip bir yandan halkın adamını oynuyorlar diğer yandan güçlünün çıkarlarını gözetmeye devam edebiliyorlar. Bu dev tiyatronun içine doğan genç kuşakların farkı anlaması kolay değil; popülizmi demokrasi olarak kabul etmeleri işten bile değil. 

Bu dönüşümün en önde koşan örneği, “demokrasi beşiği” olduğu iddia edilen ABD’nin geldiği nokta. 

MAGA ve tech-brolar: Çıkarların birleştirdiği zıt dünyalar

Tekno oligarşi bu hikâyede başrolü kapmış durumda. Silikon Vadisi, yüksek teknoloji ve veri odaklı iş modelleri sağolsun, uzun süredir hayatımızın her alanına nüfuz ediyor. Bugün geriye dönüp baktığımızda, “dikkat süremiz” ve kişisel verilerimizin peşinde geçen yılların aslında masum bir ısınma turu olduğunu görüyoruz. Elon Musk’ın Twitter’ı (X) satın almasıyla “özgür konuşma” rüzgârı estirmesinin üzerinden çok zaman geçmedi, ama bugün platforma baktığımızda keskin bir sağ söylemin ağır bastığı açık. Bu durumu “Yapay zeka destekli seçim manipülasyonu: Demokrasilerin yeni sınavı” başlıklı yazımda ayrıntılı ele almıştım, o yüzden burada tekrar etmeyeceğim. Ancak ara ara birbirlerine girseler bile kendilerini daha önce “liberal” veya bazı bazı “liberteryan” olarak tanımlayan Silikon Vadisi’nin önde gelen isimleri, Trump’ın “MAGA” yani Make America Great Again ya da ABD’yi yeniden büyük yap, akımıyla birleşerek beklenmedik bir senaryonun mimarı oldu. 

Tarih bize “çıkarların” teorik ideallerden daha kuvvetli olduğunu hatırlatıyor. Her şeyden önce teknoloji devleri, dünya çapında serbest veri ve sermaye akışına ihtiyaç duyarken, MAGA hareketi “Önce Amerika” sloganıyla içine kapanan bir çizgi izliyor. MAGA, “elitlere” tepki gösteren çeşitli komplo teorilerine de yatkın. Oysa milyarder teknoloji patronları günümüzün “yeni elitlerini” temsil ediyor. MAGA, geleneksel üretimi ve mavi yakalı işleri yüceltir, “tech-bro” zihniyeti dijital platformlar ve start-up ekosistemine odaklanır. Yine de dezenformasyon ve siyasi menfaat söz konusu olduğunda bu iki ayrı dünyanın insanları şaşırtıcı bir uyum yakalıyor. Burada kitleleri zamk gibi yapıştıran Trump’ın popülaritesi oluyor.  

Bu iki farklı yaklaşımı birleştiren başka bir nokta da ABD’nin verdiği H1-B çalışma vizesi. 

Bu vize, dünyanın dört bir yanındaki yetenekli insanların - Türkiye’den de pek çok kişinin - ABD’de çalışmasına imkân tanıyor. 

Demokrat Bernie Sanders bile H1-B’yi “iyi ücretli Amerikan işlerini, düşük ücretli sözleşmeli hizmetçilerle değiştiren bir sistem” olarak eleştirirken, MAGA kanadı ise genellikle göç karşıtlığıyla Sanders ile bu konuda aynı cephede yer alıyor. 

Öte yandan, Big Tech oligarşisi H1-B sistemine adeta muhtaç. Çünkü kendi vatandaşlarına kıyasla çok daha düşük maliyetle yabancı yetenekleri çalıştırabiliyorlar ve bu çalışanların vize kısıtlamaları yüzünden iş değiştirmesi oldukça zor. 

Elon Musk’ın H1-B’yi savunması, MAGA tabanında büyük tepkilere şimdiden yol açtı bile. MAGA hareketi liderlerinden Steve Bannon, Musk için “gerçekten kötü bir adam” söylemini kullandı. Hatta “bu adamı devireceğim” tehdidini bile savurdu. Bu çatışma, göç politikaları ile teknoloji devlerinin ekonomik öncelikleri arasındaki çelişkiyi daha da derinleştiriyor gibi gözüküyor. Ancak bu gibi anlaşmazlıkları içeride çözerlerse Trump, MAGA ve “tech-bro” oligarşisinin önünde durabilecek bir güç ufukta gözükmüyor. Yen içeride kalmıyor belki ama kol da kırılmıyor. 

Popülist liderler ve tekno oligarklar: Güç, ittifak ve çelişkiler

Mark Zuckerberg, tam da bu dönüşümün sembol isimlerinden biri. Bir zamanlar “açık ve özgür internet” idealine tutunan Zuckerberg, vaktiyle desteklediği fat-check programlarını şimdi gerçeği tahrif etmekle suçluyor. İnternette dolaşımda olan bilgileri teyit etme amacı güden bu programların artık karşısında duran Zuckerberg, siyasî içerikleri serbest bırakmak gibi adımlar atıyor.

Gerekçe ise içeriklerin sözde özgürce yayılması. Bu karar, 3,3 milyar aktif kullanıcısı olan platformlarda denetimsiz bir propagandanın önünü açabileceği gerekçesiyle eleştiriliyor. Eskiden elinde özgürlük bayrağı taşıyan Zuckerberg, Trump yönetimiyle arayı sıcak tutmak istiyor. ABD tarihinde belki de en çarpıcı popülist-tekno oligark ittifakının sahnelendiği bu dönemde, hemen herkesin tavrı yeniden şekilleniyor. 

Elon Musk ise ABD ile sınırlı kalmayıp Avrupa siyasetini de etkileyecek adımlar atıyor. İngiltere’de Başbakan Keir Starmer’ı “göçmenler” tarafından gerçekleştirilen “kitlesel tecavüzlere” sessiz kalması üzerinden sert bir dille suçluyor, Almanya’da da aşırı sağ AfD’nin açık destekçisi. Kısa süre öncesine kadar “küresel köy” diye hitap edilen X platformu artık devlet başkanlarını, yasaları ve seçmen davranışlarını yeniden biçimlendiren birer silaha dönüşmüş durumda. Halka açık bir şirket statüsünü kaybeden X’in gücü büyük. X’te alınacak kararlar ise Musk’ın iki dudağının arasında… 

Avrupa Birliği, Dijital Hizmetler Yasası’yla platformlara kısıtlamalar getirme gayretinde olsa da, hem Brüksel hem de ulusal hükümetler Musk’ın nüfuzu karşısında tam olarak nasıl bir tavır alacaklarını henüz kestiremiyorlar. Haftanın başında Trump’ın başkanlığa geçiş konuşmasında Musk’ın “Nazi selamını andıran” bir sözde Roma selamı bile ciddiyet kavramının da eski sistemle birlikte yok olduğunu düşündürmüyor değil…

Dünyanın en zengin ikinci insanı Jeff Bezos ise 2016’da Trump’ı “Amerikan demokrasisini baltalayabilecek” bir tehdit olarak gördüğünü duyurmuştu. Washington Post’ta yayımlanan eleştirel haberler yüzünden vergi soruşturmaları ve Trump’tan gelen sert eleştirilerle karşılaştı. Bugün gelinen noktada Bezos da Blue Origin ve Amazon’un devlet ihaleleri gibi konularda “daha ılımlı” bir pozisyona geçmiş görünüyor. Trump’la kurmaya çalıştığı doğrudan iletişim hattı sayesinde ticari risklerini minimize etme arayışında olduğu açık. Öyle ki bu yeni düzende hayatta kalmak isteyen herkesin, “güçlü” biriyle iş birliği yapması gerektiğini artık kimse yadsıyamaz.

Eski düzenin çöküşü ve yeni oyunun kuralları

Bütün bu tablo, Biden’ın vurguladığı “teknoloji-endüstriyel kompleks” kavramını daha da anlamlı hale getiriyor. Veri, para, siyasi nüfuz ve medya gücünü elinde tutan çok az sayıdaki isim, uluslararası politika üzerinde eskisinden çok daha ağır bir etki kuruyor. 

Tabii “tech-bro”lara bu kadar yüklenmek olmaz. ABD siyasi tarihi biraz da kapitalist endüstriyle el ele yürüyen siyasetçilerin tarihidir.

Ancak bu ilişki, günümüzde teknoloji devlerinin gücüyle farklı bir boyut kazandı. Standard Oil ile John D. Rockefeller, 19. yüzyılın sonunda petrol sektörü üzerindeki tekeli sayesinde Cumhuriyetçi Parti'ye büyük destek sağlamıştı. Benzer şekilde, J.P. Morgan 1907'deki mnnali krizde hükümeti kurtararak federal politikalar üzerinde önemli bir nüfuz kazanmıştı. Joseph Kennedy, aile servetini kullanarak oğulları John F. Kennedy ve Robert Kennedy’nin siyasi kariyerlerini şekillendirmişti. David ve Charles Koch kardeşler, serbest piyasa yanlısı politikaları destekleyen devasa bağışlarla muhafazakâr hareketin en büyük finansörlerinden oldu. Öte yandan, George Soros gibi isimler, liberal politikaları ve Demokratik Parti’yi destekleyerek farklı bir kutup dahi oluşturmuştu.

Tarih boyunca sayısız örneği görülen bu iş birliği, günümüzde teknoloji devleriyle birlikte yeni bir güç dinamiği yarattı. Evlerinin garajlarında teknoloji geliştiren çocuklar ABD’nin yeni oligarkları oldu.  Bu yeni düzen, yalnızca seçim kampanyalarına yapılan bağışlarla değil, aynı zamanda veri toplama, medyayı kontrol etme ve uluslararası kamuoyunu yönlendirme becerisiyle de kendini gösteriyor. 

Sonuç mu? “Eski sistem” dediğimiz yapı, yine kendi içinden doğan teknolojik ve ekonomik devler tarafından dönüştürülüyor veya belki de yıkılıyor. Kimsenin tüm cevaplara sahip olmadığı, kuralların her an değişebildiği bir döneme giriyoruz. Biden’ın “aşırı servet, güç ve nüfuza sahip bir oligarşi” uyarısı fazla iddialı olsa da olup bitene bakınca bu sözlerde belli bir gerçeklik payı var gibi duruyor.

Washington’dan Brüksel’e uzanan koridorlarda eski tip diplomasi ve politika anlayışı yerini, kısa sürede kurulan derin ilişkiler ve yepyeni ittifaklara bırakıyor. Halkın haber aldığı mecralar, bir önceki günün doğrularını hemen ertesi gün hükûmsüz kılabilecek bir hızla dönüştürülüyor. 

Eski dünyanın ezberlerini sürdürmek isteyenler, oyunun çoktan değiştiğini fark edene kadar maçı kaybetmiş olacaklar. Yeni oyunu kimin yazacağı ise bir süre daha cevapsız kalacak. 

Ama kesin olan bir şey var: Tekno oligarşinin ayak sesleri, her geçen gün daha gür çıkıyor.

23 Ocak 2025 tarihinde Fayn'da yayımlandı.

Oops! Something went wrong while submitting the form.