Yapay zekâya karşı hınç: Köle ahlakından dijital çağ endişelerine

21 Jan 2025
·
⌛️ mIn read
Vorga Can

İçine fırlatıldığımız dünyada bulunduğumuz kabın şeklini alıyoruz. Kabın malzemesinde bizden önce gelenlerin emekleri var. Dil var, kültür var, yaşadığımız şehirler, futbol takımları hatta doğduğumuz günün gazetesi. Annemizi ve babamızı biz seçmedik. Dilimizi, dinimizi veya rengimizi de öyle. Zayıf veya güçlü bir aileye doğmayı da biz tercih etmedik. Yine de içine fırlatıldığımız bu dünyada bazı seçimler yapmak zorundayız. Söz konusu seçimler olduğunda özgürlüğün kölesiyiz. Bu fikri kabul ediyorum. Bazı insanların kötü koşullardan çıkagelip kaderlerinin efendilerine dönüşmelerini izledim. Bu fenomenin 180 derece tersine de çoğu kez şahit oldum. Varlıklı ailelerden gelip kendilerinden biraz daha varlıklı veya başarılı sınıfdaşlarına karşı hınç duygusu besleyen kimseler... Peki nedir bu hınç duygusu? 

Nietzsche’nin merceği: Güç ile zayıflık arasında hınç

Nietzsche’ye göre hınç köle ahlakının en temel ürünlerinden biri. Hınç duygusu zayıf ve güçlü arasındaki gerilimden doğar. Zayıf kişi, güçlünün karşısında kendini savunmasız hisseder. Güçlüye doğrudan karşı koyacak imkan veya çoğu zaman iradeye sahip değildir. Güçlüyle arasındaki ilişkiyi veya kendi algıladığı perspektifden dünyayı değiştirmeye cesaret edemeyen güçsüz kişi çareyi ahlak sistemi inşa etmekte bulur. Kurulan ahlak çerçevesinde güçlünün hareket alanına düşen önermeler "kötü", zayıfların payına kalan örf ve adetler "iyi" olarak kodlanır. Nietzsche’ye göre zayıflar sayıca fazladır ve sürü halinde hareket edip efendinin belini bükebilirler. Zayıflar yarattıkları ahlak perdesiyle hayali bir dünyada "haklı" ve "erdemli" pozisyonlar işgal edebilirler.

Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üzerine isimli eserinde hıncı, “zayıflığın ve bastırılmış öfkenin karşı tarafa yöneltilemeyip içten içe büyümesi” olarak tanımlar. Dolayısıyla, çaresizlik duygusu ve inşa edilmiş bir ahlaka tabi olma hali, hınç duygusuna içkindir.

Burada amacım uzun bir felsefi tartışma açmak değil. İçinde yaşadığımız dünyada hınç duygusunun yalnızca "güçlü" insanlara deği "güçlü" algoritmalara da yöneltildiğini gözlemliyorum. Bankaların kredi skorlama sistemlerinden tek tuşla sanat eserlerini replika eden üretken yapay zekâ uygulamalarına kadar, teknoloji insan emeğinin karşısında bir efendi olarak dikiliyor. İnsanın icat ettiği zihniyle icat ettiği teknoloji karşısında savunmasız hissetmesi insanı dijital bir köle ahlakına mahkum ediyor. Güçlü sistemler karşısında çaresiz kalan insan, efendiyi ahlaki ve duygusal argümanlarla sınırlamaya çalışıyor.

Bu noktada benzer sorular pek çok zihinde tınlıyor; Robotlar bizi geçecek mi? Yapay zekâ işimi elimden alır mı? vb. Yaratıcı sektörlerde çalışanlar kreatif modellere beyaz yakalılar ise günlük operasyonları nezdinde tedirgin. Mavi yaka işler ise dünyanın özellikle gelişmiş ülkelerinde robotik ile yer değiştirmeye başladı... Algoritmaların günden güne yaratıcılık sahasına dahil olması ister istemez bir panik duygusunu tetikliyor. İşte böyle bir atmosferde Nietzsche’nin hınç kavramı, modern endişelerimizi açıklamak için hayli işlevsel bir rehber olarak karşımıza çıkıyor.

Zayıf ve güçlü bireyler arasındaki gerilim, bu kavramın merkezinde konumlanır. Zayıf birey, kendini güçlünün karşısında savunmasız hisseder ve ona doğrudan karşı koyacak imkanlara sahip değildir. Bu durumda, Nietzsche’nin ifadesiyle zayıf insan çareyi yeni bir ahlak sistemi kurmakta bulur: Bu ahlak çerçevesinde güçlü “kötü”, zayıf ise “iyi” olarak etiketlenir. Böylece zayıf birey, kendi gücünü olumlayamadığı için ahlaki bir zeminde kendini “haklı” ve “erdemli” ilan ederek içsel öfkesini bastırmaya çalışır.

Modern güç sahipleri: Algoritmalar ve kara kutular

Foucault, “İktidar her yerdedir” der. 1984’te kaybettiğimiz Parisli filozof, dijital dünyayı bizzat deneyimleyemedi. Yine de Fransız düşünürün güce ilişkin analizleriyle günümüze ışık tutmak mümkün. Her şeyden önce yapay zekâ teknolojilerinin büyük ölçüde bir "kara kutu" işlevi gördüğünü söylemek gerekir. Örneğin kredi skorunuz bankacılık ürünleriyle ilişkiniz üzerinden güncellenir. Algoritma güncellemelerinin nasılını ve nedenini öğrenmek neredeyse imkansız. Her şeyden önce yapay zekâ olasılıklarla çalışır. Ne kadar iyi eğitilse de muhakeme yapabilmesi adına belli bir pay bırakmak gerekir. Olasılıklar tüm dünyanın verisine yakınsadığında neyi niçin yaptığını bilmek imkansızlaşır. Bahsettiğim konu oldukça teknik ve makine öğrenimi uzmanlarının üzerine çalıştığı bir konudur. Yapay zekâ modellerinin her aksiyonu neden aldığını bilseydik dahi şirketler, ticari gizlilik sebebiyle algoritmalarını açık etmezlerdi. Şirketlerin regülasyonlarla bu bilgileri kamuoyuyla paylaşmak durumunda olduğu bir gelecek hayali bir dünya düşünelim. Bireysel bankacınızla sohbet ederken alacağınız en işlevsel yanıt algoritmaların çalışma biçimine dair en iyi ihtimalle bir tahmin olur. Tabii kendisi bir yapay zekâ ajanıyla değiştirilmediyse... Bu görünmez mahkemeye karşı itirazda bulunmak çoğu zaman olanaksız.

Benzer durumlar, iş başvuruları eleme sistemlerinden sosyal medya algoritmalarına, sağlık sigortası değerlendirmelerinden eğitimdeki ölçme-değerlendirme modellerine dek uzanıyor. Eğer bu algoritmalar karşısında “güçlü” iseniz işler yolunda gider, değilseniz içinizde pasif bir hınç biriktirmeniz çok normal.

Yapay zekanın sanat ve zanaat istilası

Hegel, sanatın insanın hakikati anlama biçimlerinden biri olduğunu ancak modern dönemde bu işlevi büyük ölçüde felsefe ve bilime devrettiğini söylemişti. Bugün yapay zekânın yaratıcılık süreçlerine hızla sızması, sanatın tarihsel rolüne dair  dönüşümü daha görünür kılıyor. Resimden müziğe, edebiyattan sinemaya kadar birçok alanda algoritmaların ürettiği eserler, “insan sanatçı” için kimi zaman ciddi bir tehdit algısı yaratıyor.

Sanat, özünde duyusal bir birikimin ifadesi iken yapay zeka bunu kavramsal bir makine sürecine dönüştürüyor. Sanatın eğer bir "ruhu" varsa bile bu ruh konusunda çoğu sanatçının kaygılı olduğunu görüyorum. Bu kaygının iyiden iyiye hınç duygusuyla karıştığı zamanlardayız. Sanatçılar yapay zekâ ürünlerini "taklit" veya "ruhsuz" şeklinde nitelendiriyor. Yapay zekâ nezdinde çok sayıda sanatçı arkadaşım kendini zayıf hissediyor. Oysa unutmamak gerekir ki her yaratıcı eylem tarihsel birikim ve taklitten beslenir. Yapay zekâ belki de sanat ile ilişkimizde yeni bir boyutun kapılarını aralıyor. Betimlemeyi üstlenip yorumu bize bırakıyor.

Bu korkunun ötesine geçmek lazım. Yaratıcılık, özgürlük ve seçimler hınç duygusunu bırakmaktan ve olanı olduğu gibi kabul etmekten geçiyor.

Hınçtan çıkış: Üstinsan tavrı ve yaratıcı yıkıcılık

Nietzsche, hınç sarmalından kurtulmanın yolunu “kendi değerlerini yaratma cesaretinde” bulur. Yapay zekâyı nasıl sınırlayacağımızdan ziyade bu teknolojiyle olasılıklarımızı nasıl artırabiliriz üzerine kafa yormak gerektiğini düşünüyorum. Nietzsche’nin Üstinsan kavramından feyz almak gerektiğine inanıyorum. Burada bahsettiğim, yapay zekâyı tamamen başıboş bırakmak tarzında, bir “tech-bro” yaklaşımı değil. Aksine regülasyonları yeni dünyanın gerçeklerine göre oturup düşünmek, tartışmak ve tasarlamak gerekir. Fakat eski dünyanın kalıplarını körü körüne savunmak bir çözüm değil. Dünya zorunlu olarak sürekli bir akış halindedir. Aynı nehirde bir kez bile yıkanılmaz. Tekno-oligarşinin kurduğu yapay zekâ hormonlu simülatif evreni de onaylamak zorunda değiliz. Mühim olan ölmüş paradigmayı mezara gömüp yeninin kurallarını yaratmaya cesaret edebilmektir. Şikayet etmek bir çözüm değil. Aksi takdirde güçlünün kurduğu oyunun bir parçası haline gelip hınçla yaşar hınçla ölürüz.

Nasıl daha güçlü hissedeceğiz?

Yapay zekayı bir rakipten ziyade potansiyel bir iş ortağı gibi düşünmek kısa vadede bir soluk almamızı sağlayabilir. Müzisyenlerin yapay zekâ algoritmalarıyla yeni ses kombinasyonları keşfettiklerini gözlemliyorum. Yazarlar, modellere bir editörmüşcesine tartışıp karakter yaratımı gibi konular için kullanıyorlar. Halihazırda sahip olduğunuz bilgileri bir bağlama oturup birleştirebiliyorsanız yapay zekâ ile iletişime geçip kurmaca ve zihinsel zincelerimizi beslemek olanaklı hale geliyor. Aksi halde yapay zekâdan "doğru" veya "gerçek" olanı değil yalnızca en olası yani vasat yanıtları alacaksınız. Henüz AGI döneminde yaşamıyoruz. Yapay zekâ insan verisiyle eğitilmiş en olası yanıtları hizmete sunan bir araçtan fazlası değil. Dolayısıyla yapay zekânın iş birliği kişinin muhakeme yeteneği kadardır. Dil modelleri mevcut halleriyle büyük ölçüde bir aynadır.

Son tahlil: Hınç yerine dönüşüm

Nietzsche’nin “köle ahlakı” tanımlaması, yapay zekânın karşısında hissettiğimiz güçsüzlüğü ve çaresizliği iyi kaKendisini tehdit altında hisseden insan, “bu teknoloji benden ruhsuz” diyerek meseleyi küçümseme veya basitleştirme eğilimi gösteriyor. Ben esas meselenin insanın içindeki güçsüzlük hissi ve onu nasıl dönüştüreceği olduğunu düşünüyorum.

Yıkıcı bir hınçla “makineler tukaka” damgası vurmak yerine, kendimizi bu araçlarla deyimi yerindeyse - evet trans-humanist bir şekilde- yeniden inşa etmek durumundayız. Bir zihin sıçramasının eşiğindeyiz. Bundan memnun olduğumu söylemiyorum. Bunun kaçınılmaz olduğunu ise söylüyorum.

Yapay zeka sistemlerini tehlikeli ve taklitçi gbi sıfatlarla yaftalamak hınç döngüsünden çıkmamızı engeller. Bbu enerjiyi tersine çevirmek kişinin elinde. Dijital çağın hızını yalnızca yakalayan değil, o hızı şekillendiren özneler haline gelelim.

Elbette bu yolculukta belirsizlikler, kaygılar ve çokça değişim olacaktır. Fakat Nietzsche’nin işaret ettiği gibi, “kendini yenebilen” insan, yeni değerlere öncülük edebilecek cesarete de sahip olur. Hınçtan özgürleşme iradesini gösterenler, bu çağın ne anlama geldiğini yeniden tanımlama fırsatına kavuşacaklardır. Böylece yapay zekaya duyulan korku, kendimizi ve değerlerimizi yeniden inşa etme şansına dönüştürülebilir.

21 Ocak 2025 tarihinde The New Sight'ta yayımlanmıştır.

Oops! Something went wrong while submitting the form.