Çin’in Siyasetini Şekillendiren 3 Felsefe: Taoizm, Konfüçyanizm ve Legalizm

20 May 2025

Çin Siyasi Felsefesi: İmparatorluklar, Ahlak ve Güç

Alp: Vorga merhaba.

Vorga: Merhaba Alpcim.

Konuk Tanıtımı ve Konuya Giriş

Alp: Nasılsın?

Vorga: İyiyim vallahi, seni gördüm daha iyi oldum.

Alp: Teşekkür ederim. Bize biraz kendini tanıtır mısın?

Vorga: İsmim Vorga. Koç Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler ve Sosyoloji okudum. Şu anda NUS adlı bir yapay zekâ şirketinin kurucu ortağıyım. Sosyal bilimler ise yakamı bırakmadı. Bir dönem Forbes’ta muhabirlik yaptım. Bazı medya organizasyonlarında yayın yönetmenliği görevim oldu. Özellikle felsefi ve toplumsal akımlar özel ilgi alanım. Bunlar üzerine okuyup tartışıyoruz, kendi aramızda da, içerik üretiminde de. Bu videoda olduğu gibi, bilgileri bağlama oturtarak içerikleştirmek hem beni besliyor hem de izleyenlere fayda sağlıyorsa ne mutlu.

Alp: Bugün sana biraz Çin tarihini sormak istiyoruz.

Vorga: Çok güzel, çok geniş bir tarih. Neresinden başlıyoruz?

Alp: Çin’deki devlet yönetimini ve siyaseti etkileyen felsefi akımları sormak istiyoruz. Konfüçyanizm, Taoizm ve bunlara paralel gelişen Legalizm... Bunları, özellikle de bu fikirlerin etkili olduğu dönemleri antik Çin tarihinden başlayarak anlatmanı istiyoruz.

Erken Çin Tarihi – Efsaneler ve Hanedanlıklar

Vorga: Olur. Çin tarihi çok uzun ve yazılı bir tarihtir. Bugün çok antik dönemlere inmeyeceğiz ama bu üç felsefi akımın ortaya çıktığı Zhou Hanedanı’na kadar gideceğiz. Tabii Zhou'dan önce Xia ve Shang hanedanlarına da kısaca bakmak gerek.

Xia Hanedanı M.Ö. 2000’lerde başlıyor ama yazılı kaynaklar Zhou döneminden kalma, dolayısıyla Xia biraz efsanevi, mitolojik bir dönem. “Ah, eski güzel günler” diye anılan bir altın çağ gibi düşünülüyor. Bu mitolojik temaların felsefi akımları etkilediğini unutmamak gerek.

Shang Hanedanı ise daha fazla yazılı kaynak bıraktığı için biraz daha somut. Savaşçı bir toplumlar, ritüellerle tanrıya kurban sunuyorlar, ay ve güneş takvimini birlikte kullanıyorlar. Milattan önceki bu dönem Çin’in birçok “ilk”i icat ettiği zamanlar.

Sonrasında Zhou dönemi başlıyor. M.Ö. 1046 civarı. Zhou’nun ilk dönemi, yani Batı Zhou dönemi en gelişmiş dönem olarak kabul edilir. Çin tarım toplumu olduğu için hafif bir feodal yapı ve zayıf merkeziyetçilik hâkim. Etrafında vasallar, kendi askerleriyle imparatora bağlı ama özerk.

Zamanla İlkbahar-Sonbahar Dönemi’ne giriyoruz. Bu dönemi Osmanlı’nın gerileme dönemine benzetebilirim. Zhou hâlâ sembolik olarak güçlü ama vasallar birbirleriyle savaşmaya başlıyor. Göçebe topluluklar Zhou Yu batıdan itiyor, doğuya göç etmek zorunda kalıyorlar. Bu da hanedanın karizmasını sarsıyor ve vasallar güç devşirmeye başlıyor.

Sonrasında Savaşan Devletler Dönemi geliyor. Herkesin herkesle savaştığı, büyük küçük devletlerin birleşip savaşa girdiği dönem. Ve ilginçtir, bu kaotik ortamda felsefe zirveye çıkıyor. Çünkü insanlar çözüm arıyor. Bilim, teknoloji, felsefe ilerliyor.

Burada önemli bir kitap örneği vereceğim: Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı.” New York Times Bestseller listesine bile giren, girişimcilerin ve iş insanlarının elinden düşmeyen bir kitap. Tabii sabah 5’te kalkıp avokado yerken okumanız şart değil ama dönemi anlamak için önemli.

Bu kaotik ortamda üç büyük düşünce akımı gelişiyor: Konfüçyanizm, Taoizm ve Legalizm. Bugün ağırlıklı olarak Konfüçyanizm’den bahsedeceğim çünkü Taoizm’in siyasete etkisi daha dolaylı.

Konfüçyanizm – Düzeni Ahlakla Kurmak

Konfüçyüs, ya da orijinal adıyla Kongzi, M.Ö. 551’de doğuyor. Kendi döneminde çok da başarılı olamıyor, 72 hükümdara gidip fikirlerini anlatıyor ama iş bulamıyor. En sonunda küçük bir görev alıyor. Felsefesi ise çok kapsamlı çünkü ahlakçı biri. Ahlakı tanımlayabilmek için her konuyu tanımlıyor: sofrada ne giyileceğinden, yöneticilerin davranışlarına kadar.

Toplumu ve toplumsal düzeni kendisi tanımlıyor. Toplumun temel birimini aile olarak görüyor. Sınıf geçişliliği yok ama liyakatı savunuyor. “Ben imparatora hizmet ederim ama hatasını da söylerim” diyerek aslında ilk meritokrasiyi savunan düşünürlerden biri oluyor.

Fun fact: Doğu Asya’daki selamlama hareketinin Konfüçyüs’ten geldiği söylenir. Hatta ona atfedilen bir söz var: “Çimenler rüzgârda eğilir ama doğasını kaybetmez.” Burada imparator rüzgâr, halk çimen. Bu tür metaforlarla hiyerarşiyi ama aynı zamanda ahlaki sorumluluğu anlatıyor.

Ritüellere büyük önem veriyor. Bir arkadaşının “Ben koyunu seviyorum” dediğinde “Ben ritüeli seviyorum” cevabını vermesi, onun için anlamın inançtan çok düzen ve toplum üzerindeki etkilerde yattığını gösteriyor.

Konfüçyüs’e göre toplumu ayakta tutan şey, ortak kültür ve ritüellerdir. Yani propaganda, semboller, törenler... Bunların toplum üzerindeki birleştirici gücüne inanıyor. Bugün devletlerin kullandığı tören ve sembollerin kökeni büyük ölçüde burada yatıyor.

Konfüçyanizm’de büyüklerine itaat çok merkezi bir değer. Yani sadece hayattayken değil, anne baban yaşlandığında onlara bakıyorsun, öldükten sonra da ritüellerle onları onurlandırmaya devam ediyorsun. Atalara hürmet çok temel bir kavram.

İmparatorla halkın ilişkisi de bu temelde kuruluyor. İmparator, toplumun babası gibi görülüyor. Halk ise çocuk gibi. Ama burada önemli bir fark var: Konfüçyüs diyor ki, “Baba iyi olabilir, kötü olabilir.” Fakat hiçbir zaman “Kötü bir babaysa meşruiyetini kaybeder” gibi bir noktaya varmıyor. Yani devrimci değil. Daha çok imparatorun yanında konumlanan bir figür.

Konfüçyanizm’de denge çok önemli. Denge, ölçülülük ve “altın oran” diyebileceğimiz bir anlayış var. Mesela şöyle bir örnek anlatılır: Bir lord, bir karar almadan önce üç kez düşünür. Konfüçyüs der ki, “Üç kere değil, iki kere düşünmek yeterli. Fazlası da dengesizliktir.” Gerçekçi bir yaklaşımı var aslında.

Ama çok da dürüst biri. Mesela şöyle bir söz ona atfedilir: “Hayatımda erdemi, cinsellik kadar önemseyen bir erkek görmedim.” Yani insan doğasını da gayet iyi gözlemlemiş. (Ben de görmedim bu arada, yorum yapmayayım.)

Şimdi Konfüçyüs’ün öğrencilerinden bahsedelim: Mengzi ve Xunzi. Bunlar Konfüçyanizmin devamını getiren iki önemli düşünür. Mengzi, insan doğasının özünde iyi olduğuna inanıyor. Xunzi ise tam tersi, insan doğasının kötü olduğuna.

Mengzi, eğitimin gücüne çok inanıyor. Eğitimle insanın şekillendirilebileceğini savunuyor. İlk kez Mengzi’de, bir yönetici erdemsizse onun yönetme hakkı olmadığı açıkça ifade ediliyor. Bu, Konfüçyüs’te yoktu.

Xunzi daha karamsar. İnsan doğası kötüdür, eğitilmelidir diyor. Bu da doğal olarak elitlerin daha kolay benimsediği bir bakış açısı oluyor. Yani “halk kötüdür, yukarıdan eğitilmelidir” düşüncesi, o dönemki aristokrasiye daha yakın duruyor.

Mengzi ise zamanla daha popüler hale geliyor. Eğitim sistemine entegre ediliyor, hatta bin yıl sonra gelen Çinli bürokratlar Mengzi’yi temel alan bir sistem kuruyorlar. Bence bu da çok doğal çünkü “insan iyidir” fikri her zaman daha çok satar. “İnsan kötüdür” felsefesi uzun vadede tutmuyor. Bu benim kişisel yorumum tabii.

Toparlamak gerekirse; Konfüçyanizm ahlak, erdem, ritüeller ve erdemli liderlik etrafında dönen bir sistem. Bu yönleriyle daha otoriter ama aynı zamanda yapıcı ve kültürel olarak şekillendirici. 

Taoizm – Akışa Uyum, Sisteme Mesafe

Şimdi biraz Taoizm’e geçmek istiyorum. Bu benim kişisel favorim. Laozi’nin yazdığı Dao De Jing, ya da Tao Te Ching, yani “erdemli yol” metni... Çok sevdiğim bir eser.

Tao, “yol” demek. Hem fiziksel yol anlamına gelir hem de metafizik, yani ilahi yol anlamında kullanılır. Dao De Jing yaklaşık 5000 karakterden oluşan, Han yazısıyla yazılmış bir metin. Şiirsel ve çok derin bir kitap. Bugün hâlâ Taoistler var bu arada, benim tanıdığım bile var.

Ama bugünkü Taoistler, Laozi’nin anlattıklarından epey uzaklaşmış durumda. Günümüzde iş büyücülüğe, simyaya, batıl inançlara kaymış durumda. Oysa orijinal Taoizm, tam tersine sade, spiritüel bir yolculuk öneriyor.

Laozi’ye göre en iyi yönetici, sadece adını bildiğin ama asla hissetmediğin yöneticidir. Yani görünmez, müdahalesiz, doğal akışla uyum içinde... “Wu wei” diyor buna: Eylemsiz hareketi. Bu, siyasal olarak çok etkili değil elbette. Yani sen çıkıp halka “eylemsiz ol, akışta kal” dediğinde bir ordu kuramazsın. Ama kültürel etkisi çok büyük. Bugün Çin’de sabah sporu yapan teyzeler, çay seremonileri, hat sanatı – bunların çoğu Taoist etkilerdir. Bence Konfüçyanizm toplumsal yapının çerçevesini verirken, Taoizm onun ruhunu üflüyor. Biri sistemin iskeleti, diğeri nefesi gibi.

Vorga: Taoizm’i bu kadar geçebiliriz, buna daha fazla vakit ayırmaya gerek yok. Ama bireysel olarak herkese önerimdir: Bir saatlik sesli kitap gibi dinlenebilir. Ben Lauzi’yi, herkese bir kere okumalarını önereceğim bir kitap olarak bırakıyorum.

Aslında belki de şunu söylemek lazım: Şimdiye kadar konuştuğumuz fikirler arasında Konfüçyanizm bir kenarda duruyor, 

Legalizm – Güçle Kurulan Merkezî Devlet

Vorga: Şimdi Legalizm’e geçeceğiz. Bu ikisi, devlet yönetimiyle çok daha doğrudan ilişkili. Taoizm ise daha çok “etliye sütlüye karışma, sakin yaşa” diyen, nötr bir faz gibi. Üç fazlı elektrikteki nötr tel gibi Taoizm, dışarıdan gelen enerjileri dengeleyen bir çizgi oluşturuyor. Bu da siyasî ideolojileri anlatırken bence mutlaka bahsedilmesi gereken bir şey.

Zamanla Taoizm dini bir yapıya evriliyor. Laozi bunu istemiş midir, sanmıyorum. Zaten yazdığı Dao De Jing, regülatif bir kitap değil; “şunu yapacaksın” diyen bir metin değil. Ama zamanla bu tavsiyeler dini kurallara dönüşüyor. Dolayısıyla Taoizm, devleti yönetenler açısından problemli bir yapıya bürünüyor. Eylemsizlik ve müdahalesizlik vurgusu, vergi toplamak isteyen yönetimler için zorlayıcı. Yani muhalif olmasa da yönetilmesi zor bir toplum yapısı yaratıyor. Bu yüzden Taoizm’in siyasi bir anlamı da var.

Gelelim legalizme: Zurnanın zırt dediği yer burası.

Şimdiye kadar Konfüçyanizm’den, ahlaktan bahsettik. Hatta aralarda 17. yüzyıl Hobbes’a göndermeler yaptık. Ama Hobbes’un asıl babası burada: Legalizm.

Han Feizi, yani Hanfeizi, Zunzi’nin öğrencisidir. Ama hocasını da aşar. "Erdem merdem olmaz, insan aşağılık bir varlıktır. Yasayı koyacaksın, eline büyük bir sopa alacaksın. Kurala uyarsa havuç ver, uymuyorsa sopayı indir" anlayışı bu. Ama bu teorinin ilk uygulayıcısı Han değil; daha önce Shang Yang adında bir devlet adamı var. Shang teori yazmaz, uygular. Han ise bunu sistemleştirip yazıya döker.

Legalizmi pratiğiyle anlamak daha önemli. Tüm anlattıklarımız Zhou Hanedanlığı içinde geçiyordu. Zhou yıkıldığında, yedi devlet kaldı. Bu devletlerden biri Çin’di. Lideri de Çin’di. Bu Çin, diğer altı devleti birer birer tokatlayıp tek çatı altında topluyor. Tüm aristokrat aileleri ortadan kaldırıyor. Her şeyi standardize ediyorlar.

Tekerlek boyutu, para birimi, yasalar, ağırlık ölçüleri… Her şey aynılaştırılıyor. Nüfus sayımı yapılıyor. Devlet, tarım toplumunun ihtiyaçlarını maksimum verimlilikle karşılayacak şekilde düzenleniyor. Bu sistem inanılmaz verimli ama korkunç baskıcı. Yasaya uymazsan ne oluyor? Çin Seddi’ne gönderiliyorsun. Orada ölene kadar çalışıyorsun. Hatta bazı kaynaklarda açık mezara diri diri gömülme cezası anlatılıyor.

Bu dönemin propagandacısı Mao Zedong’dur. Şöyle der: “Qin Hanedanı 4600 kişiyi gömdü, ben 46.000 kişiyi gömdüm. Asıl diktatör benim.” Bu, Mao’nun kendi söylemidir. Kendini Qin’le özdeşleştirir.

Legalizm tüm savaşan devletler dönemini bitiren sistemdir. Ve bu yüzden işlevseldir. Hobbes da Leviathan’da bunu söyler zaten: Devlet, büyük bir güçle herkesi hizaya sokar. Elinde sopa olan merkezi otorite düzen getirir.

Ama legalizm sadece kötü değildir. Otoriterdir ama bir yandan da toprak reformu yapar. Konfüçyanizm aristokratik ve elitisttir. Legalizm, köylüye toprak verir. Bu, tarım toplumlarında çok önemli bir şeydir. Çin’de bu döngü hep yaşanır: Ahlakçı elitler güç kazanır, halk sömürülür, sonra bir legalist gelir, denge kurar.

Batı ile Kıyas ve Evrensel Dersler

Vorga: Çin tarihinde böyle bir salınım var. Konfüçyanizm–Legalizm arasında gidip gelen bir yapı. Taoizm ise ruhu besleyen, kültürel bir çizgi olarak kalır. Son olarak Batı Han Hanedanlığı başa geçiyor. Han Wudi adında bir imparator, Konfüçyanizmi devletin resmî ideolojisi olarak ilan ediyor. Bu çok önemli bir dönüm noktası. Peki Alp, Konfüçyanizmi devlet ideolojisi yaptılar, ama sence legalizm ortadan kalktı mı?

Alp: Hayır. Zaten hiçbir fikir tamamen ortadan kalkmaz. Osmanlı’da da Türkçülük, Batıcılık, İslamcılık, Osmanlıcılık aynı anda var olmuştu. Biri öne çıkar, diğeri geri çekilir ama yok olmaz.

Aynı şey Çin için de geçerli. Sen bürokrasiyi kurarsan, yasaları getirirsen, vergi sistemini oturtursan, sonra “Artık Konfüççüyüz” diye bütün sistemi kaldırmazsın. Standardizasyon, vergi toplama kapasitesi, bürokrasi puanı artar. Kimse “Artık Konfüççüyüz, hadi herkes kendi parasını bassın” demez. Legalizmin iyi yönleri sistemde kalır.

Konfüçyanizm, o sistemi ahlaki olarak meşrulaştırır. Legalizmin baskıyla getirdiği düzen, Konfüçyanizm’le törpülenir. Ve sistem işler.

Alp: Burada çok benzer bir durum Hobbes’ta da var. İngiltere’de kaotik bir dönemde yazıyor. Hükümdarı bir tür kurtarıcı güç gibi görüyor. Konfüçyanizm’de de Gramsci’nin hegemonya kavramına benzeyen bir yapı var. Kültür, düzeni kuruyor.

Vorga: Çok güzel söyledin. Avrupa’da biz standardizasyonu endüstri devrimi sonrası görüyoruz. Ama Çin’de bu çok daha önce tartışılmış, uygulanmış. Nüfus sayımı vergi için yapılıyor mesela. İnsan sayısını bilmek, asker çıkarabilmek için. Yazılı kaynaklar olduğu için biz bunu çok net biliyoruz.

Ama Çin tarihi Batı’da gerektiği kadar bilinmiyor. Oysa öğrenmemiz gereken çok şey var. Sinoloji alanında çok iyi çalışmalar var. Bunların bir kısmı romanlaştırılarak anlatılıyor. Harari tadında, eğlenceli ve öğretici.

Umarım bu bölüm ilginizi çekmiştir. Eğer öyleyse yorumlarda belirtin. Belki devam ederiz. Özellikle Afyon Savaşları dönemi benim daha da iyi bildiğim bir alan. Onu da konuşmak isterim.

Çin tarihi, savaşlar, emperyalizm, ideolojiler ve kültür arasında şekillenmiş çok katmanlı bir hikâye. Ve bu hikâyede hepimize ilham verecek çok şey var.

Alp: Vorga, çok teşekkür ederiz.

Vorga: Ben teşekkür ederim. Testudo’da görüşmek üzere.

Oops! Something went wrong while submitting the form.